27 Temmuz 2009 Pazartesi

Çiftlikte eğlence, eğlence var çiftlikte ....


Pazar günü teyzemlerin çiftliğine gittik, Doruk çok çok eğlendi, 4.5 saat hiç ama hiç oturmadı, İnek doğurmuş, bebek ineğe gidip baktık, tavuklara, kazlara ekmek attık (hatta Doruk hızını alamayıp topunu da onlara atmaya kalktı kaç sefer), dalından meyve topladık. Kuzeni Şimal'le oyunlar oynadı, koşup koşup Şimal'in babası kuzen "Goga"'nın kucağına atladılar 2'si... Tolga aa yeter dese de bu oyunun icatçısı olarak yaklaşık yarım saat esir alındı çocuklar tarafından ...

23 Temmuz 2009 Perşembe

Tavla Sevdası


Temelleri Doruk daha 9 aylıkken atıldı bu sevdanın, fotoğraftaki Tolga Amcası tarafından :) o gün bugündür de "levle" en sevdiği oyuncaklardan biri oldu. Öyle güzel sallayıp sallayıp atıyorki zarları ("larlar"), hızlı atmasına rağmen nasıl yapıyor anlayamadık tavlanın dışına da taşırmıyor sanki kahvede büyümüş...


Eve gelen misafirlere de oynatmaya başladı artık, akşamüstleri bahçede dedesi ve arkadaşlarıyla da oynuyor bir de o tavlanın Şile'deki tavlanın aynısı olduğunu farketti onlara da "Ahmet Dede levle" diye onlara da anlatıyor.



15 Temmuz 2009 Çarşamba

Küçük Bateristimiz



Dün babamız elinde kocaman bir torbayla geldi, Doruk "aaa, oooo" diye diye bekledi açmasını, sonrası ise hem komik hem felaket, bum bum bumm hem elleri hem de ayağı çalışıyor , arada da zile vuruyor tabii... bum bum tıssss..! bugün annemlere ve Semra'ya da kulak tıkacı almalı :)

9 Temmuz 2009 Perşembe

Doruk markette



























Dün Migros'a alışverişe gittik, Doruk o önü araba şeklinde olan alışveriş arabalarına bayılıyor, zaten daha evde "markete gidiyoruuuz" dediğimde "heeeyy! ınn ınn düt düüüttt!" demeye başlamıştı. Bu özel şekilli market arabalarının tek kötü yanı bizim hızlı şöförün durmak istememesi, bir stand önünde biraz duralarsanız yandınız ınn ınn düüütt diye söyleniyor...

Kasaya vardığımızda mamaları uzattık ablaya, abla da çok şekerdi, Doruk'u sandalyesine oturtmak istedi, sonra da kasa işlemlerini birlikte yaptılar :)


7 Temmuz 2009 Salı

Babamızdan not vaaaaarrr ....

30 Haziran

Bugün koşarak, uçarak eve gittim. Annemiz iş toplantısı gereği İstanbul’dan yuvasından bir hayli uzağa (!) Şile’ye gitmek ve orada kalmak zorundaydı. Oğlumuz yalnız mı kalacaktı ? Hayır ! Dedim ya koşarak eve gittim. Kapıyı açtığım an evin uzak bir köşesinden “heeeeyyyyy, hiiiyyyy” sesleri yükseldi ve bir toz bulutu arasından chucky koşarak üzerime atladı ; “baabbaaaa”

3’er set bacak içi pırtlatma, popoya üfleme, göbek yeme gibi jimnastik hareketlerinden sonra odasına gitmemizi istedi. “geh geh” yani “gel gel”. Hemen gardırobunu açtırdı, oradan bir örtü gösterdi, ellerini açıp fısır fısır birşeyler söyledi. Meğer o örtü seccade olmuş, bizimki onu açıp ellerini yukarı kaldırıp dua etmiş, bana anlatıyormuş. : ) Hayırlı evlat dediğin böyle olur. Bu yaşta başlarsa dua etmeye bizim açıkları da kapar belki.

Hemen sonra gözüne çarpan puzzle’ı yaptık. Arada geçen 1-2 saniyede çocukların bu farklı konuya konsantre olabilmeleri tam bir araştırma konusu. Nedendir bilinmez, puzzle’daki inek “baba”, buzağı ise “beyn” oluyor. J Ha, bu arada puzzle 30+ parçalı !

Yemek saati geldiği için zar zor puzzle’dan ayırarak mutfağa gittik, sandalyesine oturtup tv açtık. Yok yemiyor, “ıııh ııhh”. Meğer örtüyü istiyormuş. Meğer biz onu kucağımızda mutfağa taşırken, o kucağında örtüyü taşımış. Semra ablası sandalyeye oturtunca örtüsünü elinden almış chucky’nin. Yoğurtlu çorba var menüde ama beyefendi beğenmedi, ne varsa ağzında tükürdü. Tam bu noktada görev bilincindeki bir baba olarak çorbanın taneli olduğu ve o taneleri başka bir yemekle özdeşleştirdiği için çorba içinde istemediğini akıl ettim ve çorbanın blender’da çekilmesini oyladım. Oylamayı tek kişi olduğum için midir bilmem kazandım. Bir kıraker bir kaşık çorba derken kasenin yarısına gelindiğinde Doruk’un telleri atmış, biran önce kalkma ve babasına kavuşup kendini ayçiçeği tarlalarına atma isteği kabarmıştı. Tabii ki Ataköy’de ayçiçeği tarlaları yoktu.

“Dışarı çıkalım mı Doruk” dediğim an kıyafetlerine yöneldik. Baba şort giymiş sen de giy şeklinde konuşmalarla lacivert şortunu giydirdik. Baba tshirt giymiş sen de giy dedik, çekmeceyi açtık, beyaz tshirtü verdik giymedi. “ıh ıh” derken parmağıyla Galatasaray tshirtünü gösterdi, hemen giyiverdi. Sonra “baba baba” diyerek bana da GS tshirtü giymemi emreti. Emir yerine getirildi ve sokağa çıkıldı.

Ebeveyn kontrollü 3 tekerli bisikletle kaldırımları aşındırmaya başladık, Atrium’a doğru giderken bahçe sulama fıskiyelerini gören chucky, “bıdı bıdı” diyerek eliyle oraya sürmemi emretti. Yanlarından geçerken birisi birkaç damla suyla bizi ıslatınca bundan ne oyun çıkarırım dedi ve ben onu çekerken o ileri yüklendi. Sen misin inatlaşan ? Aynen soktum fıskiyenin altına. Bir kahkaha bir kikirdeme… Çektim geri. “ın ın eh eh” ilerriiii.. Tekrar soktum altında, ıslandı… Yine kahkahanın bini bir para. Yeter dedim, yola devam.

Atrium önünden 7-8’e doğru döndük, okula doğru ilerledik. Her gördüğü bahçe kapısının önünde bisikletten indi, kapı açıp kapadı. Kapatıp kendini bahçeye atıyor, bana el sallıyor, açıp bana bakıp “ceeeee” diyor. Durmuyor, bahçe çitlerin tırmanıyor. “Oğlum ona nasıl tırmanacaksın çok yüksek” diyorum, “ıh ıh” deyip ayağını kaldırıp yukarılarda bir köşeye takıyor.

“Bak ben gidiyorum sen kalırsın tek başına” tehditlerinden sonra okulun yanından geçerken beton duvar boşluklarını kapı zannedip iki eliyle kayar kapı modeli açmaya çalışmasını mı anlatayım, potalara bakıp “basket attııınn” demesini. Potada çemberi göremeyince (sökmüşler) “uff uff” demesini mi…

Hadi acıktık diyerek mama yemeğe gidelim dedim, o “bade ee ee” dedi. Yani bırak mamayı, Betül’ün evinin oradaki parka salıncağa götür diyordu. Değişik bir site görünce dikkati dağıldı, “mama nerede, pizza nerede” dedim ve cevap çok geldi, dona kaldım. “ııhh ııhhh” parmağıyla Rafaele pizzayı gösterdi. Bu restoranın sadece amblemi yuvarlak, ne bir pizza resmi var ne çağrıştıran bir başka resim : )) “Mamaaaa”diyerek girdik Rafaele’ye, karşılıklı koltuklara oturduk, beyefendi menüye baktı, kararsız kaldı. Çünkü hiç resim yoktu J Yan masada apartman komşularımız oturduğundan kendisine gösterilen ilgiye sanatçı kaprisi yapmaya başlayınca, “kalkalım mı” gibisinden hareketlendi ve kalktık tabii ki. Ne yapmak istiyorsun dediğimde “ bade ee eee” dedi ve düştük yollara. Yol boyu hızlanmak için kendisini ve bisikleti hafif ayağa kalkıp vücut yüklenmesiyle ileri itmeye çalışması çok komik ve akıllıcaydı tabii. J ne zaman ki karşıdan karşıya geçtik ve Betül’ün apartmanının henüz yol kenarındaki köşesini dönük o an ellerini kaldırıp “badeee ee eeee heeeyyyyy” “bade eee eeee heeeyy” haykırmaları başladı ve parka 10m kala kendini bisikletten attı, bekleyemedi zavallım. Sonrası malum, 45 dk salıncak, 5 dk kaydırak keyfi… Sıkılınca Betül’e gidip tavla oynamak istediğini anlattı bir de. Elinin körü artık dedim. O kadar da değil, “bade uyumuş yarın gidersin babacım” diyerekten bir çocuğun masum duygularını esir aldım ve eve döndük. Sonracı müstehcen, oğluma banyo yaptırdım J Duş telefonunu suratı tutup suyun çarpmasıyla gıdıklanınca attığı kahkahalar herhalde 2-3 kat aşağıdan yukarıdan bile duyulmuştur.

Banyo bitince playstation’ın direksiyon-vites-gaz fren pedallı konsolunu Doruk’un odasına kurduk. Küçük bir masası var, onun üzerine. Daha ben vites değiştir babacım der demez, elini hemen vitese atmasını anlayamadım. Hangi arada öğrettik hatırlayamadım. Yahu biz bu çocuklara nasıl yetişeceğiz ? Nasıl yetiştireceğiz ?

Anlayan varsa bana da anlatsın. Canım oğlum iyi ki varsın. Annene çok teşekkür ederim.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

ben bıdıbıdı dapdım

Ben Dodo, anne-baba-ben, ben levle (tavla), ben Bade e eee (Bade'nin parkına gittim), ben bıdıbıdı, ben düttüüü, ben mamma.... her cümle (cümle çalışmamız ) "ben" üzerine kurulu. birisi bişey yapsa hemen ben ? sorusu geliyor arkasından... Doruk gitgide daha da tatlılaşıyor, konuşmasını dört gözle bekliyorum bakalım neler yumurtlayacak ? mimikleri o kadar kuvvetli ki, her istediğini anlatıyor olması konuşma sürecini uzattı gibi geliyor, gerçi daha 2 yaşında bile değil, ben biraz acele ediyorum işte :)
Haftasonu Şile'ye gittik , Doruk çok ama çok mutluydu, nasıl olmasın ki, hem anneannesi, hem babaannesi, hem İsmet dedesi hem Ahmet dedesi yanındaydı. Denizde simit istemedi beyimiz onun yerine babasının elinden tutarak denizin içinde yürüdü hatta Doruk yürümeyi pek sevmediğinden koştu hem de öyle dizlerinde değildi su seviyesi göbeğinin de üzerindeydi... merdivenlerde 1. basamağa çıkıp babasının kucağına atlamayı da keşfedince onu denizden ayırmak bir hayli zor oldu.